Trakyada çocuk ne demek ?

Melis

New member
Trakya’da “Çocuk” Ne Demek? Etiketin Arkasındaki Gerçekler Üzerine Cesur Bir Tartışma

Selam forumdaşlar,

Konuya net bir yerden gireceğim: Trakya’da “çocuk” kelimesi sadece yaş göstermez, güç ilişkilerini, sınıfı, cinsiyet rollerini ve hatta bölgenin kendine has mizahını taşır. “Bizim çocuklar”, “o daha çocuk”, “Roman çocuğu”, “çiftlikteki çocuk” gibi ifadeler, masum bir hitaptan fazlasını söyler. Ben bu başlıkta, kulağa şefkatli gelen bu kelimenin, bazen nasıl sınır çizen, bazen de koruyan bir “etiket”e dönüşebildiğini tartışmaya açmak istiyorum. Hazırsanız, pamuk eller klavyeye; çünkü burada tatlı bir tartışma değil, sıcak ve yer yer hararetli bir muhabbet hedefliyorum.

1. “Çocuk”un Sözlükten Taşan Anlamı: Yaş mı, Statü mü?

Trakya’da “çocuk” çoğu zaman biyolojik yaşa değil, “yerini bilme” beklentisine işaret eder. 25 yaşındaki bir gence “çocuk” denir; sebep? Henüz “ekmeğini tek başına kazanma”, “ev bark sahibi olma” eşiğini aşmamış olması. Aynı kelime, mahallede yeni beliren birine “bizden olmayan” yaftası olarak da çalışabilir: “O çocuklar nereden türedi?” Masum bir meraktan çok, yerel aidiyet kontrolünün parolasına dönüşür. Bu yüzden “çocuk” bazen şefkat, bazen patronaj; bazen kapsama, bazen de dışlama aracıdır.

2. Trakya Mizahı ve “Çocuk”: Şakalaşmanın İnce Sınırı

Trakya’nın meşhur laf sokuşturan, şakacı dili “çocuk” kelimesini sık kullanır: “Ulan çocuk, daha dün geldin, ahkâm kesiyorsun.” Burada sıcak bir yakınlık var; ama aynı zamanda “sen biraz geri dur” mesajı da. İlişkinin hiyerarşisini esprinin içine gömeriz. Sorun şu: Şaka ve konumlandırma arasındaki çizgi kime göre, nerede? Birine güven verip, diğerine kapı kapatabiliyoruz. Bu yüzden “çocuk” derken aslında “güzel kardeşim, sınırı bil” demiyor muyuz?

3. Sınıf, Emek ve “Tarlanın Çocuğu” Söylemi

Trakya’nın bağ-bahçe, tarla, fabrika kültüründe “çocuk” sıklıkla “yardımcı emek” anlamına gelir. “Tarlada çocuk var mı?” diye sorulduğunda, iş gücünün yaşından çok statüsü konuşulur. Çıraklar “çocuk”, gündelikçiler “çocuk”, hatta mevsimlik işçiler “çocuk” oluverir. Bu söylem, emek ilişkisini yumuşatır gibi görünse de gerçekliği örter: “Çocuk”laştırarak işin ağırlığını, yevmiyenin düşüklüğünü, güvencesizliği görünmez kılar. Üstelik “Roman çocuğu” gibi ifadelerle etnik kodlamalar devreye girer ve ayrımcılık, sevecen bir dilin ardına saklanır. Sorayım: “Çocuk” dediğiniz kişi gerçekten korunuyor mu, yoksa üzerindeki hak talebi sessizce mi bastırılıyor?

4. Erkeklerin Stratejik-Problem Çözme Odaklı Bakışı: Etiketi Operasyonelleştirmek

Erkeklerin Trakya’daki gündelik pratikleri çoğu zaman “işi yürütme” üstüne kurulur. Bu bakış açısından “çocuk” kelimesi pragmatik bir araçtır: “Şu çocukları dağıtalım, iki kişiyi dükkâna, birini depoya çekelim.” Burada bir organizasyon, kaynak yönetimi, risk minimizasyonu vardır. “Çocuk” esnek iş gücü, hızlı talimat, düşük maliyettir. Stratejik kafaya göre mesele duygusal değil, çözüm odaklıdır: rol dağıt, işi bitir.

Peki bu bakış açısı etik midir? Verimlilik uğruna özneyi “çocuk”laştırmak, yetişkinlerin karar hakkını ve pazarlık gücünü zayıflatmaz mı? “Çocuk” dediğin kişi maaş, sigorta, mesai hakkında söz isteyince onu hâlâ “çocuk” olarak çağırabilecek misin?

5. Kadınların Empatik-İnsan Odaklı Yaklaşımı: Koruma mı, Paternalizm mi?

Kadınların gündelik dilinde “çocuk” çoğu zaman şefkat ve güvenlikle birlikte anılır: “O daha çocuk, üstüne gitmeyin.” Bu tavır, özellikle eğitim, sağlık ve güvenlik söz konusu olduğunda hayat kurtarıcıdır. Fakat işin zor yanı şu: Koruyucu dil, farkına varmadan paternalizme dönüşebilir. Kadınlar, çoğu zaman aile içi barışı sağlamanın yükünü taşırken “çocuk” kelimesi krizi yumuşatmanın aracı olur; ama aynı zamanda gencin söz, karar, hata yapma hakkını da törpüleyebilir.

Empati, özneyi büyütmenin yolu olmalı; ama bunu yaparken “çocuk” kelimesi genç yetişkinlerin oy hakkını, ekonomik bağımsızlığını gölgelememeli. “Çocuk” diye kurtardığımız kişiyi kamusal hayatta nasıl yetkilendireceğiz?

6. Mahalle, Tribün, Kıraathane: “Bizim Çocuklar”ın Dar Kapısı

“Bizim çocuklar” ifadesi Trakya’nın mahalli ruhunu güzel anlatır. Futbol tribünlerinden dernek lokallerine kadar, dayanışma ve sadakat duygusu güçlüdür. Ancak içeri girmenin koşulları vardır: aynı mahalle, aynı okul, aynı aile bağlantıları… “Bizim çocuklar” bir güven çemberi kurarken, dışarıyı “onlar” diye işaretler. Bu durumda “çocuk” unvanı, aidiyet kartına dönüşür. Kartı olmayan? Dışarıda kalır.

Öyleyse soralım: Dayanışmayı kutsarken, hareket alanını kısıtlayan bir etiketi mi büyütüyoruz? “Bizim çocuklar”ın koruması, “bizim olmayanlar”ın güvencesizliği pahasına mı işliyor?

7. Dilin Sızdığı Yer: Kız Çocuğu, Erkek Çocuğu ve Eşitsiz Beklentiler

Trakya’da “çocuk” dediğimizde cinsiyet de sessizce devreye girer. “Erkek çocuk” bir an önce “adam olması” beklenen, evin dışına sürülen, para kazanması normalleştirilen figür; “kız çocuk” ise korunması, gözetilmesi gereken kişi olarak konumlanır. Bu ikili standart, eğitimden mesleğe, sokaktan spora kadar her alanda kendini gösterir. “Çocuk” kelimesi, kızlar için koruyucu görünürken, aslında özgürlük alanlarını kısıtlar; erkekler için “çocuk” sıfatı erken yetişkinliğe zorlayan bir baskıya dönüşür. İki uçta da gerçek ihtiyaçlar görünmez olur.

8. Zayıf Yönler ve Tartışmalı Noktalar: Şefkat mi, Konformizm mi?

“Çocuk” demenin iyi yanı, toplumsal dokunun merhamet kanallarını açık tutmasıdır. Kötü yanı, sorunları bireyleri küçülterek yönetme alışkanlığıdır. İş cinayetlerinden okul terkine, etnik ayrımcılıktan genç işsizliğine kadar yapısal meseleleri “çocuk daha” diyerek ertelemek kolaydır. Bu erteleme, gücü elinde tutanların işine gelir. Peki ya çözüm? Dili değiştirirken, düzeni dönüştürebilecek miyiz? Yoksa yeni kelimelerle aynı oyunu mu oynayacağız?

9. Ne Yapmalı? Erkek Stratejisi + Kadın Empatisi = Yetkilendirici Dil

Bir öneri: Erkeklerin stratejik, problem çözme yaklaşımını; kadınların empatik, insan odaklı sezgisiyle birleştirelim. İş yerinde, okulda, mahallede “çocuk” dediğimiz kişilere net hak tanımları yapalım (ücret, söz, temsil) ve bu hakları savunurken dili de özenle kullanalım. “Çocuk” demek istiyorsak da bunu küçültmeden, karar süreçlerine dahil ederek, büyümenin hakkını teslim ederek söyleyelim. Aidiyet çemberlerini büyütelim; “bizim çocuklar” tanımını, mahalleden bütün kente yayalım—ama kriteri hemşehrilik değil, adalet ve liyakat yapalım.

10. Tartışmayı Ateşleyecek Sorular

– Trakya’da “çocuk” dediğiniz kişi hangi anda birden “adam” ya da “kadın” oluyor; bu eşiği kim belirliyor?

– “Bizim çocuklar” derken kimi içeri, kimi dışarı itiyoruz? Bunun farkında mıyız?

– Şefkat dilimiz, gençlerin söz ve temsil hakkını gölgeliyor olabilir mi?

– “Roman çocuğu”, “tarlanın çocuğu” gibi kalıplar nezakete mi, ayrımcılığa mı hizmet ediyor?

– İş yerinde “çocuklara koştururuz” demek verimlilik mi, hak ihlali mi?

– Erkeklerin stratejik diliyle kadınların empatisi bir araya gelirse, Trakya’da gençlerin güçlenmesi nasıl hızlanır?

11. Son Söz: Etiketi Değil, İnsanı Büyütmek

Trakya’da “çocuk”, sadece çocuk değildir; bir düzenin, bir mizahın, bir hiyerarşinin kısa adıdır. Bu başlıkta önerim şu: Etiketten değil insandan başlayalım. “Çocuk” dediğimizde merhameti değil, küçültmeyi tetikliyorsak frene basalım. “Bizim çocuklar”la kurulan sıcak ilişkiyi, dışarıdakileri içeri çağıran bir adalet diline çevirelim. Ve belki de en radikali: Kime “çocuk” dediğimizi birlikte, açık kurallarla, gençlerin kendisine sorarak belirleyelim. Çünkü Trakya’nın gerçek gücü, etikette değil; söz hakkı olan, büyüyen, üreten insanında.